TARİH TEKERRÜR ETMESİN-1

7 Haziran 2013 16:34

 

  TARİH TEKERRÜR ETMESİN-1

                                                                            

Op.Dr.Levent Başyiğit

                                                                 Türk Ocakları Isparta Şubesi Başkanı

 

             Geçen hafta Taksim Gezi Parkı’nda başlayan ve hızla ülke geneline yayılan bir öfke patlaması yaşanıyor. İktidar, bu olayları sıradan bir muhalefet gösterisi sayıp hafife alırsa büyük hata yapar. Türkiye’de siyasetin gerginleşmesine paralel şekilde, son yıllarda giderek çoğalan protesto gösterilerine şahit olduk. Özellikle üniversitelerde bakanların, iktidara mensup konuşmacıların katıldıkları toplantılarda belirli grupların tepkileri oldu. Ancak bunlardan hiç biri Taksim’deki gibi binlerce insanın katıldığı polisin aşırı şiddet kullanmasına rağmen engelleyemediği, ülkenin hemen her yerinde benzerlerinin yapıldığı bir toplumsal direnişe dönüşmedi. Olayların endişe verici bir çizgiye tırmanmakta olduğunu gören Cumhurbaşkanı, çok yerinde olarak müdahale gereğini duydu; dikkatli bir üslûp kullanarak hükümeti ikaz etti.

 

             Hükümet yetkilileri yaptıkları ilk açıklamalarda olayların Taksim Meydanı’na ne yapılmak istendiğinin doğru anlaşılmamasından kaynaklandığını polisin çok fazla miktarda göz yaşartıcı gaz kullanmasının tepkilere neden olduğunu öne sürdüler. Siyasi polemiklerde alışılan söylemleri tekrarlayarak muhalefeti sorumlu ilan ettiler.

 

Oysa ortaya çıkan tablo bu tarz ifadelerle basite indirgenemeyecek derecede ciddidir. Toplum psikolojisine vakıf, yakın siyasi tarihimizi bilen, basiretli ve akl-ı selim sahibi siyasetçinin gerçekleri görmesi, doğru algılaması, iyi muhakeme etmesi, kendisini de cesaretle eleştirmesi, “nerede yanlış yaptım?” sorusunu sorabilmesi gerekir. Çünkü küçük çaplı yerel bir mesele birkaç gün içerisinde hızla büyüyerek toplumsal bir başkaldırıya dönüşüyorsa, ortada politik yorumlarla geçiştirilemeyecek çok yönlü sorunlar var demektir.

 

               Geçenlerde bir araştırma şirketinin yaptığı araştırmada ilginç bir sonuç çıkıyor. Buna göre Türkiye’de insanların yüzde 25’i Başbakan Erdoğan’dan nefret ediyor; buna karşılık yüzde 35’lik bir kesim O’nun her dediğinin doğruluğuna inanarak bağlılık duyuyor. Zaten AK Parti’nin aldığı oyların önemli kısmını bu duygusal bağlılık oluşturuyor. Toplumun bu uç kesimlerinin dışında kalan kısmında bu derece keskin bir ayrışma olmasa bile Başbakan’ın kibirli olduğu, kendi iradesini mutlak saydığı, paylaşarak değil hükmederek yönetmek istediğini düşünen çok sayıda insan var.

 

               Siyasetçiler, toplumun ruh halini doğru okumadıkları zaman, olayların akışını kontrol altında tutamazlar; çoğu kere gündeme hâkim olamazlar. Sonuçta istemedikleri gelişmelerle karşı karşıya kalmaları kaçınılmaz olur.

 

              Türkiye çok partili döneme geçtikten sonra bunu birkaç defa yaşadı. 27 Mayıs’tan başlayarak, 12 Mart ve 12 Eylül’de yapılan askeri müdahalelerin temel nedeni, dönemin iktidarlarının inisiyatifi ellerinden kaçırmalarıdır.

 

               27 Mayıs 1960 darbesinden bir yıl önce Başbakan Menderes’in toplum nezdindeki itibarı zirveye çıkmıştı. Londra uçak kazasında sağ kurtulup Türkiye’ye döndüğünde, İstanbul’da ve Ankara’da kendisini on binlerce insan karşılamış, millet adeta bağrına basmıştı. Ancak aynı yılın yaz başlarında CHP’nin organize ettiği, İnönü’nün bizzat yönettiği “Bahar Taarruzu” adını verdikleri geniş kapsamlı politik operasyon, DP iktidarının psikolojisini bozdu. 1960’ın ilk aylarında Meclis’te Tahkikat Komisyonu’nun kurulması fitili ateşledi. Bayar ve Menderes’in bu komisyonu hangi maksatla kurdurduklarını kendileri dahil, kimse tam olarak anlayamamıştı. CHP’nin meşru siyaset kurallarını bir kenara bırakarak, iktidarı mutlaka devirmek amacıyla çok sert ve yıkıcı bir muhalefet yaptığı doğruydu; iktidar kurulan tuzağı fark edemedi. Kendisini serinkanlılıkla, inandırıcı bir üslûpla anlatmak yerine, yanlış bir tutumla tansiyonu yükseltmeye çalışan Cumhuriyet Halk Partisi’ne yardımcı oldu. Özellikle basına yönelik baskı uygulamaları okumuş kesimlerde yoğun tepkilere neden oldu. Askeri ve sivil bürokrasinin, üniversite hocalarının ve gençlerin blok halinde Demokrat Parti karşısında yer almaları sonucunu doğurdu.

 

Hükümet 27 Mayıs darbesinden önce seçime karar verip bunu açıklasaydı, güç kullanarak iktidarı devirmek için yürütülen çalışmalar bir anda boşlukta kalacak, muhtemelen açığa çıkacaktı. Her şeye rağmen Menderes karizmatik bir liderdi, halkın çoğunluğu O’nu çok seviyordu. Seçimler yapılabilseydi sandıktan kimin çıkacağını aradan bir buçuk yıl geçtikten, idamlar yapıldıktan sonra 1961’in Ekim’inde silahların gölgesinde yapılan seçimlerin sonuçları göstermiştir. İktidarın iki başı Bayar ve Menderes duruma doğru teşhis koyamadılar; Ali Fuat Başgil gibi akl-ı selim sahibi insanların ikazlarını dikkate almadılar. Böylece Türkiye 27 Mayıs trajedisine sürüklenmiş oldu.

 

            İktidarın basiretli bir yönetim sergilememesinin, farkında olmadan kontrolü elinden kaçırmasının nelere yol açtığının diğer iki örneği, 1971 muhtırası ve 12 Eylül darbesidir. 1969 seçimlerinde büyük bir halk desteğini arkasına alarak Meclis’te büyük çoğunluk sağlayan Başbakan Demirel daha sonra kendisinin de kabul ettiği gibi, tarihi bir yanlış yaptı. Partisi içinde oluşan gruplaşmayı önlemek yerine, bunlardan birisi lehine ağırlığını koydu. Diğer grup dışlanıp partiden kopunca Adalet Partisi bir daha belini doğrultamadı. Sokak ve meydanları ele geçirmeye çalışan, asker içinde örgütlenen radikal solcuların eylemleri tırmanıp, Silahlı Kuvvetler içerisinde müdahale girişimleri yoğunlaşınca iktidarı askerlere terk etmek zorunda kaldı.

 

              Her siyasetçinin, özellikle ülkeyi yönetenlerin yakın siyasi geçmişimizi iyi bilmeleri ve yaşananlardan ders çıkarmaları gerekir. Toplum hayatında çoğunluk her şeye muktedir değildir. Çoğunluğa fazlaca güvenmenin, yanlış ve gereksiz adımlar atmanın nelere yol açtığını defalarca yaşamış bir ülkeyiz.

 

       son bölüm yarın...

 

Bu haber 670 kez okunmuştur.
  Yükleniyor...