865’nci yılında Yalvaç Meydan Muharebesi anıldı

26 Ocak 2013 13:44

Yalvaç Meydan Muharebesi,  865. yılında Yalvaç ilçesinde yapılan anlamlı bir toplantı ile anıldı

Toplantıya Ankara’dan Gazi Üniversitesi Öğretim Üyelerinden Prof. Dr. Refik Turan, Doç. Dr. Güray Kırpık, Hamideli Derneği Başkanı Y. Mühendis Ramazan Topraklı, Tarih Öğretmeni Serhat Altınkaynak ile Hamideli Derneği üyesi Halil Hilal Selek katıldılar.

Yalvaç Öğretmenevi Salonu’nda yapılan konferansa Belediye Başkanı Tekin Bayram, İlçe M.E. Müdürü Mustafa Ergül, Öğretmen İsmail Güneş’in yanı sıra az sayıda Yalvaçlı katılırken; karlı bir kış gününe rağmen Belediye Başkanı Halîm Kıyak ile birlikte çok sayıda Gelendostlu iştirak etti. Yatsı namazını müteakip Saat 19,30’da başlayan konferans, Saat 22,00’de sona erdi. Konferans sırasında bazı vatandaşlar, sorular sorarak katkı verdiler.

İkinci Haçlı Seferi’nde; Fransa kıralı 7. Lui’ye bağlı Haçlılar, İznik-Karasi-Edremit-İzmir-Efes-Denizli-Dinar-Uluborlu-Kemer Boğazı-Yalavaç-Karaağaç-Fele-Kırelli-Beyşehir-Çetmi-Kaşıkçıbeli-Derebucak-Alacamaşat Boğazı-Gembos Ovası yoluyla 31 Ocak akşamı Side/Satalie’ye indiler. Bundan iki ay önce de aynı yollardan yaklaşık 20-30 bin mevcuduyla Alman Otto fon Fraysing geçmiş ve Türklerin merhametine muhatap olan üç binden ziyade Haçlı İslâmı seçmişti. Fransa kıralı 7. Lui’nin papazı Odon dö Duil, dayanamayarak şöyle haykırmıştı: Ey ihanetten daha zalim olan merhamet! Türkler, yaralıların yaralarını sardılar, para, yiyecek ve içecek verdiler; dinlerini satın aldılar, ama kimseyi de zorlamadılar.

25 Şaban 542/19 Ocak 1148 günü 150 bin mevcutlu Haçlı askerleri karşısında; Yalvaç Meydan Muharebesi’nde; Kemer Boğazı’ndaki sınırlarından Yalvaç/Antiochette Kalesi’ne çekilmek mecburiyetinde kalan Türkler, 3 Ramazan 542/26 Ocak 1148 Pazartesi, Çetmi-Gembos arası Kaşıkçıbeli, Derebucak ve Alacamaşat Boğazı’nda Haçlılara büyük bir darbe indirdiler. Kırk kişilik muhafız takımının tamamını kaybeden 7. Lui, ortalığın kararması sonucu ağaca çıkarak canını zor kurtardı. Türkler böylece, bir hafta önce Kemer Boğazı’nda uğradıkları zayiatın öcünü aldılar.

Konuşmacılar, konferansta özetle şu hususlara değindiler:

Ramazan Topraklı: 1148’li yıllarda Eğirdir Gölü, Eğirdir ve Hoyran, Beyşehir Gölü de Kırelli ve Beyşehir olmak üzere ikişer parçalıdır. Kâtip Çelebi’ye ait 1732 tarihli haritada Eğirdir Gölü tektir. Beyşehir Gölü, Kıraylı Gölü ve Beyşehir Gölü şeklinde iki parçalıdır.

Türk-Rûm sınırı, Gembos Ovası’nın güney ucu, Kemer Boğazı ve Akşehir’den geçer. İbradı Kalesi ile Uluborlu-Kemer Boğazı arasındaki topraklar, 1146 yılı Sütkuyusu Baskını sonunda yapılan bir antlaşmayla Doğu Roma’ya verilmiştir. Bugüne kadar Haçlıların Denizli-Acıpayam, Gölhisar, Korkuteli üzerinden Antalya’ya gittikleri sanılmıştır. Hâlbuki İkinci Haçlı Seferi; Yalvaç Meydan Muharebesi ve Kaşıkçıbeli Zaferi 2011-Ankara adlı eserde gösterildiği gibi Haçlılar,  Yalvaç, Karaağaç, Beyşehir, Derebucak üzerinden Side/Satalie’ye inmişlerdir. Side’nin olduğu yerdeki şehrin adı, Endülüslü Coğrafyacı İdrisî (1100-1166)’ye göre Antalya’dır.

Savaşın Kemer Boğazı’nda vuku bulmasına rağmen ilk defa, Yılmaz Öztuna tarafından Büyük Türkiye Tarihi s. 444’de Yalvaç Meydan Muharebesi olarak anılması; bizim de aynı adı kullanmamıza vesile oldu. Bu toprakları Osmanlı’ya hazır vaziyette teslim eden Selçuklu hakkında; gereği kadar çalışılmadığından dert yanan Öztuna’yı rahmetle anıyorum. Bu toprakları bizlere armağan eden Selçuklu atalarımızın, 19 Ocak gibi bir kış gününde savaşması, bizim de aynı tarihte onları anmamız için yeterli bir sebep teşkil eder. İnşallah bundan sonra bu savaş, atalarımıza yaraşır şekilde daha iyi anılacaktır.

Doç. Dr. Güray Kırpık: Avrupa’da ve Türkiye’de Haçlı seferleri konusuna farklı bakışlar söz konusudur. Dünyanın belli ülkelerinde bu konu tarih ders kitaplarında belli bir konu olarak ele alınılarak öğretilmektedir. Ayrıca tarihçilerin yer yer tarafgir davranarak anlattıkları bir konudur. Selçuklular zamanında başlayan Haçlı Seferlerinden dört adedi Göller Bölgesi; Yalvaç’a uğramış ve bunların önemli bir kısmı Yalvaç civarında bazı dağlık arazide perişan olmuştur. Binlerle ifade edilen bir kısım Haçlı da kendi rızasıyla Müslüman olmuştur.

 1097’de Anadolu’ya ulaşarak Eskişehir üzerinden Şarhöyük, Miryokefalon, Yalvaç ve Akşehir’e uğrayan birinci Haçlı seferi orduları bu bölgede yağma ve talanda bulunarak Konya’ya geçmişlerdir. Buradan sonra Ereğli istikametinde ilerleyerek bir kısmı Gülek boğazından geçmiş, Çukurova’daki bazı kaleleri almış ve Hatay önlerine ulaşmış, bir kısmı da Kayseri üzerinden Maraş ve Hatay önlerine gitmiştir. Bu Haçlıların Eğirdir, Gelendost, Yalvaç gibi sulak bir havzaya uğramak istemelerinin nedeni açıktır. Roma yolunun bölgeden geçmesi, sınırın buralarda olması, arazinin beslenmeye uygun şartları taşıması ve Yalvaç (Antiokia Minor) gibi bir metropolitlik merkezinin burada olması Haçlıların buraya uğramak istemelerinin çok yönlü sebeplerindendir. Bir diğer husus ise gelmekte olan Haçlılara karşı bir savunma taktiği olarak, hayatta kalmak amacıyla bölgenin tamamen boşaltıldığı anlamı çıkmaktadır.

Temmuz-Ağustos 1097 yılında gelen ilk ordunun bölgeye uğramak istemesi dini sebeplerin yanısıra; bölgenin sulak olması ve besin kaynaklarına ulaşma imkânının olması bir başka sebep olarak gösterilebilir. 1101 yılı Haçlı ordularından 3’üncü ordunun başında bulunan Akitanyalı Dük Giyyum, Bavyeralı Dük Velf Yalvaç’a uğramış ve burası yakınlarında meydana gelen savaşta yenilerek dağlara düşmüşlerdir. 1101 Haçlılarından esir düşen Arşidüşe Ayda (ida) İmadeddin Mahmud Zengi ile evlenmiştir. Diğer Haçlılar ise dağlara düşerek perişan halde geldikleri yerlere dönmenin yolunu aramışlardır.

1148’de gelen İkinci Haçlıların ordularından birincisi Yalvaç’a uğramış, burada meydana gelen küçük bir karşılaşmada Türkmenler kale içine sığınmışlar, ancak ilerleyen güzergâhta aç ve biilaç kalan Haçlılar Kaşıkçıbeli’nde Türklerin saldırıları karşısında mağlup olmuşlar, dağlara düşmüşlerdir. Bu Haçlılardan bir kısmı Müslüman Türklerin yardım ve merhameti karşısında etkilenerek, din değiştirmişlerdir.

Kaşıkçıbeli mevkiindeki olay tarihte eşine az rastlanır bir tablo olarak gözler önüne gelmektedir. 1190 yılında gelen Frederik Barbarossa ve ordusunun bir kolu Akşehir’den veya daha önce Miryokefalon mevkiinden Yalvaç’a geçerken karşılaştıkları Türklerle savaşmışlar, bu çarpışmada (3 Mayıs 1190) Dük de Suvap yaralanmış ve güçlükle geri kaçabilmiştir. Böylece bölge, Haçlı ordularından ilk dördü tarafından özellikle geçilmek istenen veya uğrak yeri olarak kabul edilen dini, ekonomik ve siyasi açılardan önemli bir merkez hüviyetindedir.

 Prof. Dr. Refik Turan: Selçuklu-Bizans Karşılaşmaları Diyar-ı Rum’un Türkiye olmasını sağlayan bir sonuç ortaya çıkarmıştır. 1071’de Malazgirt’te başlayan ve İznik’e kadar devam eden Anadolu’nun fethi olayı dünyada eşine az rastlanır, müstesna bir olaydır. Dünya tarihinin gidişine yön veren olaylar arasında da bu olay ve ardından 1176’daki Miryokefalon zaferi yön vermiştir.

Anadolu’da eşine az rastlanır sonuçları görülen 3 büyük savaş vardır. Bunlardan birincisi Malazgirt, ikincisi Miryokefalon ve üçüncüsü de Sakarya’dır. Gerçekten bu üç savaş da birbiriyle kıyaslandığında Anadolu’nun hâkimiyet mücadelesinin kilit noktalarını açan sonuçlar getirmiştir.  Ancak 1176 yılında yapılan Miryokefalon savaşının mevkii konusu geçmiş yıllara kadar kesin olarak çözülebilmiş bir konu değildi. Ancak son 5 yılda yapılan çalışmalar ile bir ekip oluşturulmuş ve Miryokefalon Savaşı’nın yerinin bir büyük coğrafya değişimi nedeni ile tespit edilemediği anlaşılmıştır. Eğirdir gölünün iki ayrı göl olduğu olaylar tarih kaynaklarında bahsi geçen bir konudur. Bu savaşın yapıldığı güzergâh, Uluborlu’dan Gelendost’a kadar olan ova ve geçit üzerinde meydana geldiği anlaşılmaktadır.

 Bölgenin tarihi bakımdan yerleşime açık büyük başkentlerin bulunduğu bir saha olması ise dikkatten kaçırılmaması gereken bir husustur. Uluborlu, Eğirdir, Atabey, Yalvaç ve Beyşehir birer başkent olarak görev yapmış büyük yerleşimlerdir. Antik dönemlerde de bölgede önemli merkezler olduğu bilinmektedir. Bu veriler ışığında Selçuklular açısından da bölge kıymetli bir üs olarak kullanılmıştır. Nitekim Türkler bölgeye geldiklerinde bölge halkının antik kentleri yıkık/virane halde idi ve nüfus birdenbire Türklerin çoğunluğu oluşturmasıyla bölgede değişmişti. Bizans ile sınır boylarındaki çekişmeler Haçlı Seferleri adı verilen ortaçağın birinci dünya savaşı denilebilecek çarpışmalar ile birlikte büyük başka olayların sahnesi olmuştur.

Göller bölgesinin bir medeniyetler çarpışması sahası olmasına da neden olmuştur. Bölgenin tarihi zenginlikleri genç nesillere aktarılmalı, bunun için tarihi sit sahaları, tarihi parklar keşfedilerek tanıtım ve kültür sahasında bir atılım yapılmalıdır. Bu bölge Türkiye’nin de nadir tarih havzalarından biridir. Bu tarihin akışının içinden bize kalan bir miras olarak çocuklarımıza çok iyi bir şekilde aktarılmalıdır.

Bu haber 1950 kez okunmuştur.
  Yükleniyor...