Haberler
Başdeğirmen’den Yeni Yıl mesajı
Yassıada Mahkemesi ve Kararları Tarihimizin Kara Bir Sayfasıdır - 2
27 Aralık 2012 18:49Op. Dr. Levent Başyiğit
Türkocakları Isparta Şubesi Başkanı
Yassıada Mahkemesi ve Kararları Tarihimizin Kara Bir Sayfasıdır - 2
Aradan yarım yüzyıl geçtikten sonra yeni bir yargılama imkânı hazırlanmasını yahut bu mahkeme kararlarının yok sayılmasını Menderes ve iki arkadaşı için itibarlarının iadesi şeklinde yorumlamak doğru olmaz. Çünkü tarih bu konuda hükmünü çoktan vermiş bulunuyor. Bugün saplantılarından kurtulamayan belirli bir fanatik kesimin dışında, bu idamları haklı bulup savunan kimse kalmamıştır. Milletimizin büyük çoğunluğu nezdinde bu olay bir hukuk faciasıdır, acı bir hatıradır. Menderes, Zorlu ve Polatkan toplumun vicdanında ilk günden beri mazlum, mağdur olarak yer aldılar; saygıyla, sevgiyle, rahmetle anıldılar. Dolayısıyla bu konuda çıkarılacak bir yasayla, Yassıada kararlarının yeniden ele alınmasını iade-i itibar olarak değil, hukuki bir tarafı olmayan bir mürettep mahkeme hükmünü resmen ortadan kaldırmak suretiyle devletin gecikmiş de olsa bir özür mükellefiyetini yerine getirmesi şeklinde değerlendirmek doğru olur.
Bazı sol çevrelerin ve siyasetçilerin Deniz Gezmiş ve iki arkadaşının durumlarını Yassıada Mahkemesi mağdurlarıyla birleştirmek istemeleri, hukuki değil ideolojik bir girişimdir. Bu çevreler yakın tarihte yaşananları kendi görüşlerine göre yeniden kurgulayarak, yeni bir tarihi inşa etmek, 40 yıl kadar önce illegal yollardan zor kullanarak ulaşamadıkları amaçlarını elde edecekleri yeni bir toplumsal ve psikolojik zemin hazırlamak istiyorlar.
Bunlara göre 68’li yıllardan itibaren sol bir diktatorya kurmak üzere başladıkları çalışmalar sanki hiç olmamıştır. Sivil ve asker bürokratik kesimler, öğrenci grupları ve kontrollerindeki sendikalarla Milli Demokratik Devrim adıyla darbe yapmak isteyenler sanki onlar değildir. Üniversitelerde, Harp Okulları’nda Silahlı Kuvvetler ve bürokraside örgütlenen, Madanoğlu, Avcıoğlu cuntaları, Muhsin Batur, Faruk Gürler, Cemil Gürkan grupları da oluşmamıştır. THKO, THKP-C, TİKKO, TİKP ve benzeri illegal komünist-maoist örgütler asla kurulmamıştır. Zaten gruplar halinde Bekaa Vadisi’ne gidip silahlı eğitim alanlar, devrimin finansmanı için soygunlar yapanlar, adam kaçıranlar, kendilerine engel gördükleri ülkücüleri katledenler de kendileri değildir.
Oysa bütün bu yasadışı eylemler ve anayasal düzeni yıkma girişimleri mahkeme zabıtlarıyla, kendi ifadeleriyle sabit olduğu gibi daha sonra içlerinden bazılarının kaleme aldığı hatıralarında da ayrıntılarıyla anlatılır.
Bir süredir adı etrafında efsane oluşturulmak maksadıyla yoğun çaba harcanan, filmleri yapılan, kitaplar yazılan hatta heykeli bile dikilen Deniz Gezmiş’in ideolojik kimliği, THKO’nun kurucu lideri, eylemlerin elebaşısı olduğu özenle gizlenmeye çalışılıyor. Gezmiş ve arkadaşlarının kırlarda çiçek toplarken değil, kendilerinden önce Nurhak dağlarına intikal eden yoldaşlarıyla silahlı mücadele başlatmak, benimsedikleri Güney Amerika tarzı gerillacılık yöntemiyle kırsaldan şehirlere yönelerek yönetime el koymak üzere giderken yakalandıklarından dahi söz edilmiyor. Bunların yaptıkları eylemler nedeniyle yargılanmaları mevcut yasaların gereğiydi. Bir hukuk devletinde bunların görmezlikten gelinmesini, üzerlerinin kapatılmasını kimse isteyemez. Ancak idam cezasının infaz edilmesi doğru muydu, bu tartışılabilir. Keşke yaşasalardı. O günlerde elebaşı olarak ön saflarda yer alan birçok eski Dev-Genç’li gibi bu üç kişi belki de değişen Dünya ve Türkiye şartlarına göre dönüşecekler, muhtemelen başka platformlarda yer alacaklar, bazı yoldaşlarının bugün tekrarladıkları gibi gerillacılık girişimlerini “çılgınlık dönemi” olarak adlandıracaklardı.
Şimdi Gezmiş ve arkadaşları üzerinden efsane oluşturmak isteyenler bir kere daha gençlik kesimlerinde amaçları için kullanacakları yeni kurbanlar arıyorlar. Bir Gezmiş miti oluşturarak, ismini olabildiğince yücelterek genç beyinleri etkilemek, onları özendirmek, ideolojik ajitasyon yapmak suretiyle yeni bir çatışma ortamı hazırlama peşindeler. Meclis kürsüsünden 40 yıl önceki sosyalist marşını berbat sesiyle okumayı marifet sayan ve milletvekili sıfatı taşıyan bir densize bakınca, gençliğin yeniden nasıl bir tuzağa sürüklenmek istendiğini üzülerek görüyoruz. Geçenlerde bu tarz kışkırtma ve yönlendirmelerle eylemlere katılan, polislere saldırırken suçüstü yakalanan iki genç kızın kısa hayat hikayesi bu ideolojik tuzağı, acımasız ve ahlaksız girişimleri bütün boyutlarıyla ortaya koyan somut bir örnektir.