Sistem Değişikliği ve Beka Meselesi-2

10 Şubat 2017 17:55

Sistem Değişikliği ve Beka Meselesi-2

 

Op.Dr.Levent Başyiğit

Türkocakları Isparta Şubesi Başkanı

 

 

Anayasa değişikliği teklifiyle getirilen yeni sistemin, bazı iddiaların aksine, tarihî dayanağı da yoktur. Bilge Tonyukuk’un Bilge Kağan’ın yanında, Nizamülmülk’ün, AlpArslan ve Melikşah’ın yanında tarihimizin simgeleşmiş ikinci adamları olması bir yana; Göktürklere, Selçuklulara veya Osmanlılara bu açıdan bakmak, hanedan devletlerini demokratik millî devletlere örnek göstermek doğru değildir. Kaldı ki meşruti monarşi tecrübemizde, dönemin şartlarının da etkisiyle sultanın yetkileri sembolikti. Öncesinde ise sultanın yürütme yetkisi “mutlak vekili” olan veziriazama tevdi edilmişti (Fatih Kanunnamesi’nde bu açıkça yazılıdır: “Bilgil ki, evvelâ vüzerâ ve ümerânın veziriazam başıdur. Cümlenin ulusudur. Cümle umûrun vekîl-i mutlakıdır.). Kazaî yetkiler kazaskerlerin, örfi kanunların tedvini ise “kanun müftüsü” (müfti-yi kanun) olarak tanımlanan nişancının uhdesinde idi. Devlet işlerinin şer’-i şerife uygunluğunu denetlemek bakımından şeyhülislam da ulemanın başı idi. Tabiri caizse bir nevi denge sistemi vardı.

Bir başka yanlışlık da meseleyi şahıs odaklı olarak tartışmaktır; hâlbuki bu bir sistem meselesidir ve fânilere göre değil, devletin bekası temelinde ele alınmalıdır. Yani, bugün “Halk bir kişiye teveccüh gösterecek ve o da işleri yola koyacak.” gibi bir yaklaşım, bir başka deyişle arızi olanın olağanlaştırılması, ileride telafisi imkânsız sonuçlar doğurabilir. Tartışmanın şahıslara bağlı olarak yapılması, maalesef semeresiz münazaralara ve körü körüne zıtlaşmalara yol açmaktadır. Maalesef mesele, tıpkı 12 Eylül’de olduğu gibi şahıs temelinde ve içinde bulunulan konjonktüre göre ele alınmıştır. Hâlbuki millet hayatı için son derecede önemli bir değişiklik söz konusu olduğundan, bunun uzun vadeli muhtemel sonuçları enine boyuna tartışılmalıydı.

                Şüphesiz ki, hükûmet etme sistemleri, insanlığın tarihî tecrübesinden doğmaktadır. Şartlar değiştikçe bunlarda da köklü değişiklikler veya küçük çaplı tadilat yapılabilir. Yine, ülkenin içinde bulunduğu şartlar da dikkate alınarak güçlü ve tek elden bir yürütme fikri de pekâlâ savunulabilir. Burada problem; yürütmenin başındaki kişinin, önce, Meclis’te çoğunluğu teşkil edecek olan iktidar partisinin milletvekillerini, sonra da onlarla birlikte yüksek yargı üyelerini belirlemesinin yüksek bir ihtimal olmasıdır.

                Anayasa’nın 18 maddesinde, bazıları (milletvekili sayısı, seçilme yaşı vb.) hiçbir şekilde esasa müteallik olmayan değişiklikleri içeren bir teklifle; yürütme, yasama ve yargıda çok köklü ve aynı zamanda birçok boşluk doğurabilecek Anayasa değişikliğinin sadece muhteva olarak değil, yöntem olarak da hatalı olduğunu düşünüyoruz. Şunu da belirtelim ki, cumhurbaşkanının sembolik yetkilere sahip olduğu ve Meclis tarafından seçildiği “parlamenter sistem” de, yürütmenin halk tarafından seçilecek bir başkana tevdi edileceği “başkanlık sistemi” de kusursuz sistemler değildir. Bunlardan hangisi tercih edilirse edilsin anayasa, “kuvvetler ayrılığı” esasına dayanmalıdır (Federalizme dayalı ABD başkanlık sisteminde, Temsilciler Meclisi ve Senato’nun yetkileri böyle bir denge ve fren mekanizmasını ortaya çıkarır.). Kuvvetler ayrılığı ve dengesinin derecesi, şekli vb. değişebilir ama kuvvetler ayrılığına dayanmayan bir sistemin demokratikliği su götürür.

                Mevcut parlamenter sistemde de ciddi sıkıntılar vardır ve bunların giderilmesi gerekir. Bununla birlikte, kanunlarda başka düzenlemeler yapılmadan yeni sistemin uygulanması hâlinde, başka sakıncaların ortaya çıkacağı muhakkaktır. Bu düzenlemenin Meclis’te, denge-denetleme mekanizmalarını güçlendiren değişikliklerle birlikte daha geniş bir mutabakat sağlanmadan görüşülüp kabul edilmesi doğru olmamıştır. İçeriden ve dışarıdan fitne odaklarının bölmeye çalıştığı ülkemizin ve milletimizin birliği açısından, Anayasa’nın hükûmet etme sisteminde bir değişiklik yapılacaksa bunun geniş bir mutabakatla, yani yüzde 51 ile değil en az yüzde 70’in üzerinde bir mutabakatla geçmesi sağlıklı ve doğru olan yol olurdu. Yine OHAL şartlarında yapılacak bir referandum, tıpkı 1982 Anayasası gibi, sürekli tartışılacaktır. Ne yazık ki bu yönde yapılan samimi ikazlar dikkate alınmamıştır.Öyle anlaşılıyor ki Siyasi iktidar OHAL şartlarında referanduma gitmeyi özgürlüklerin ve hayır çalışmalarının sınırlandırmasını düşünerek kendisi için uygun şart olarak değerlendirmektedir...

                        (Değerlendirmenin son bölümü yarın...)

                                                                                                                                                

 

Bu haber 517 kez okunmuştur.
  Yükleniyor...